5 Ocak 2008 Cumartesi

ALMAN SARAYI (KONSOLOSLUGU)


ALMAN SARAYI (KONSOLOSLUGU)

ALMAN SARAYI (KONSOLOSLUGU)

Beyoglu'nda bagimsiz bir elçilik binasinin 1553'te Fransizlar'in yaptirmasindan sonra, diger ülke elçilikleri de Galata ve Pera'daki yapilara yerlesmeye baslamislardir. Çogunlugu ahsap olan bu elçilikler defalarca yanip, yeniden yapilir.

1870 sonbaharinda görevlendirilen mimar Hubert Goebbels'in tasarimiyla, 1872 ilkbaharinda Yazici Sokak'ta yapima baslanacakken; yeni elçi Von Radowitz, konumunun elverissizligini ileri sürerek uygulamayi durdurtur ve yeni arsa arayisini baslatir. Böylece de Ayazpasa'daki büyük Müslüman Mezarligi'na komsu olan, büyücek bir arsa 95.000 altin marka satin alinir.

Satin alinan arsanin bir bölümü, mezarlik parsellerinden olustugundan, özel izin alinarak mezarlar tasitilmis, ancak Findiklili tarihçi Silahdar Mehmed Aga ve ailesinin mezarlari, istek üzerine yerlerinde birakilmistir. Almanlarin burayi yeglemelerinin nedenleri arasinda, Pera'nin bilinen sikisikliginda büyük bir arsa bulunmayisinin yani sira, Bogaz ve Marmara yönlerindeki olaganüstü manzarali bir konumda olusu gösterilebilir.

Bütçe kisitlamasi ve zaman darligi nedeniyle Goebbels'in Yazici Sokak için hazirladigi projenin uygulanmasi kararlastirilir. Goebbels'in ölümü üzerine onun yerine görevlendirilen mimar Kortum, büyük bir hizla yapiyi tamamlatmistir. Binanin resmi açilis 1877 sonlarinda yapilmistir.

Biçem ve kitlesel özellikleri konusunda, o yillarda genis bir yapi etkinligine sahne olan Berlin'deki kamu yapilarindan esinlenildigi bilinen elçilik, cadde yönünden dört katli bir kitle olarak algilanir. Iki yan ve deniz cephelerinin orta bölümleri, çikinti halinde tasirilarak belirginlestirilen yapida sekiz köseye, çatida kanatlarini açmis Alman kartallarinin yerlestirilmesiyle, halk diliyle “Kuslu Saray” olarak taninmaya baslanmistir.

Deniz yönünde ise, arsanin çok egimli olusu nedeniyle, iki bodrum katinin eklenmesinin yani sira, teraslamalar yapilmasi da zorunlu olmustur.

Yapi, elçilik çevresindeki ahsap ev ve konaklardan olusan doku içinde çok farkli ölçekteki, hantal kitlesiyle belirginlesmistir. Yapi malzemesinin ve ustalarinin çogunun da disaridan getirildigi Alman Sarayi'nin iç düzenlemesinde hiçbir masraftan kaçinilmamistir.

Degisik tarihlerde yapilan onarimlar sonucu, yapinin özgün cepheleri bir hayli degistirilmistir. (1924 onariminda çati kartallari kaldirilmis, bir daha da yerlerine konmamislardir.) 1980'lerin sonlarinda yapilan genis kapsamli bir restorasyon sonucu cepheler, özgün biçimlerine döndürülmüs, iç düzenleme çagdaslastirilmistir.

Cumhuriyet döneminde tüm elçiliklerin Ankara'ya tasinmalari sonucu yapi, günümüzde Alman Konsoloslugu olarak görev yapmaktadir.

Anasayfaya Dön

CIHANGIR CAMII


CIHANGIR CAMII

CIHANGIR CAMII

Osmanli Hanedani üyeleri, Fetih sonrasinda, kentin Beyoglu yakasinda uzun yillar boyu yapisal etkinliklere girismemislerdir. Ilk kez 1559'da Kanuni ve Hürrem'in en küçük ogullari Cihangir'in ölümünden sonra, Mimar Sinan'a küçücük bir cami yaptirtilmistir. Findikli yamaçlarinda, günümüze erisemeyen tek minareli, küçük bir camidir.

Cihangir'in anisina bir zamanlar bir Pagan tapinagi veya Bizans'in bir manastirinin bulundugu yamaca, Ayvansarayi'nin yazdigina göre Sehzade'nin bir çardaktan doyumsuz manzara izledigi, saraydan her gün gördügü bir yer için, Mimar Sinan'a küçücük bir cami yaptirilir. Özgün biçimi hakkinda pek bilgi yoktur. Kirma ahsap çatili ve tek minareli oldugu, 1580 tarihli bir çizimden anlasilmaktadir.

Küçük olarak tasarlanmasi, o günlerde fazla “cemaat”i olmadigi gibi bir gerekçeye dayanmis olabilir. Cami, zamanla çevredeki yerlesmenin merkezi olmus ve mahalle de Cihangir olarak anilagelmistir. Yapildigi yillarda kiyidan baslayan koruluklar içinde yalniz bir camidir. Findikli'dan dik merdivenle çikilan camiyi Evliya Çelebi “cihannüma” olarak nitelemektedir. Cami'nin yaninda bir de sibyan mektebi yapilmis, altmis yil sonra da bir Halveti tekkesi kurulmustur. Bes kez büyük yanginlar geçirdikten sonra, mahalle, Cami ve Tekke de defalarca onarilmis, yeniden yapilmistir.

Günümüzdeki Cami, XIX.yy ortalarindan sonra yayginlasan tipolojiye uyan, kare hacimli, tek kubbeli, iki minareli bir camidir. Kubbe, dört büyük kemere oturtulmus, kemer içleri yelpaze biçimli isinsal pencerelerle doldurulmus, altta da kemerli sira pencereler yer almistir.

TAKSIM CUMHURIYET ANITI


TAKSIM CUMHURIYET ANITI

TAKSIM CUMHURIYET ANITI

Zaferle sonuçlanan Istiklal savasi ve kurulan genç Cumhuriyet'in, Osmanli'nin eski “payitaht”i olan Istanbul'a da benimsetilip özdeslestirilmesi amaciyla yaptirilmistir.

Cumhuriyet'in ilk yillarinda caddenin adi “cadde-i Kebir”ken “Istiklal caddesi” olarak degistirilmistir ama, kentsel gerçeklik boyutlarinda bu yeterli görülmemis, Cumhuriyet'in coskusunu, Kurtulus Savasi'nin öyküsünü yeni kusaklara daha çagdas bir dille, bir anitla anlatmanin, daha da anlamli olabilecegi düsünülmüstür. Bu görüsle de halkin bir yandan parasal katkisini saglamak için girisimlerde bulunulurken, öte yandan ünlü Italyan yontucu Pietro Canonica yapim için çagrilmistir. Iki genç Türk; Hadi (Bara) Bey ve Sabiha (Bengütas) Hanim'in yardimlariyla, anit 1928'de tamamlanmistir.

Açilista, çevre düzenlenmemistir; bombos bir alanin ortasinda yer almistir. Dönemin ünlü mimari Mongeri, dairesel bir düzen kurar ve Taksim'de anitiyla, yoluyla bir meydan haline dönüsür. Anit, 11 m yükseklikte pembe ve yesil renkli mermerle kapli, dört yüzünde sivri kemerlerle belirlenen, küçüklü büyüklü, açili kapali nislerden olusturulan dikdörtgen bir kitledir. Yarim daire ve yay parçalarindan olusan genisçe bir taban üzerinde yükseltilmistir.

Kapali nislerin içleri bir hayli kalabaliktir: Bir yüzde Kurtulus Savasi'ni gerçeklestiren halk, askerler, kumandanlar, Mustafa kemal, Ismet ve Fevzi Pasalar; öteki yüzde de Cumhurbaskani Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisi üyeleri, ögrenciler ve halk bulunur. Diger iki yüzde de, sancak tutan kahramanlar, madalyon içinde, savasta erkeklesen Türk kadinlari yer alir. Bu basarili kompozisyonlar, savastan barisa, yokluktan Cumhuriyet'in parlak gelecegine geçisi inançli bir coskuyla vurgulamistir.

ELHAMRA HANI


ELHAMRA HANI

ELHAMRA HANI

Elhamra Hani'nin 1920'lerde yapilip yapilmadigi veya eskiden beri var olan bir hanin kapsamli bir biçimde onarilip, sadece ön cephesinin yeniden düzenlenip düzenlenmedigi hala açikliga kavusturulamamistir. Elhamra Hani, Grande Rue de Pera'nin, o dönemlerin seçmeci Dogu yönelimli tek yapisidir.
Elhamra kökenli mimarlik ögeleri pek kullanilmamistir cephe düzenlemelerinde, ama hana Elhamra Hani denilegelmistir.
Magrip çagrisimli ögeler pek yoktur, ama Birinci Ulusal Mimarlik Akimi etkisi belirgin olarak egemendir. Yapinin mimari olarak iki isim ileri sürülmektedir: Ekrem Hakki Ayverdi ve Mimar Sedat.

Ulusal Mimarlik Akimi'nin kitlesel, belirleyici ögeleri olan köse kubbeleri burada tek cepheli caddeye yönelik, bitisik düzende bir yapi çözümlemesi nedeniyle, yüzeysel olarak yükseltilip, yogun ögelerle donatilmakla kalmistir.

Bir is hanindaki isliklerde bulunmasi pek de gerekmeyen, irili ufakli balkonlarin yani sira, sivri kemerli çikmalar, cepheye görece bir hareket kazandirma amaciyla kullanilmis olmalidir. Sivri kemerli pencereler, geometrik bezemeli korkuluklar, iri sütunlar, sütunçelerle belirlenen nisler, gülçeler, yivli kabaralar, mukarnasli konsollar, ince demir çubuklarin destekledigi genis saçaklar gibi ögeler, yogun cephe düzeni içinde yer almaktadir.

Ancak Birinci Ulusal Mimarlik Akimi'nin, ne tür olursa olsun her yapisini renklendiren çivit mavisi, türkuvaz, beyaz Kütahya isi çinilerin her nedense hiç kullanilmamis olmasi sorgulanabilecek bir aykiriliktir. Alti katli Han'in zemin katinda, iki yaninda asma katli ikiser dükkanin bulundugu bir pasajdan geçilerek arkadaki ünlü Elhamra Sinemasi'na ulasilir...

SAINT ANTOINE APARTMANI



SAINT ANTOINE APARTMANI

SAINT ANTOINE APARTMANI

Grande Rue de Pera'da 1900'lerin basinda çagdas akimlari yansitan apartmanlardan hayli farkli, bir Kuzey Italya kentinde yer alabilecek, plazzetto görünümünde büyük bir apartmandir.

“Fransisken” mezhebine bagli San Antonio Kilisesi'nin “akar” (kira getirici) apartmanidir, ama çogunlukla Pera'nin kültür dili Fransizca karsiligiyla taninir: Saint Antoine Apartmani.

XX. yy baslarinda Istanbul'da yasayan Italyan cemaatinin hayli kalabaliklasmasi ve Grande Rue de Pera'dan tramvay geçmesi için caddesinin genisletilme geregi üzerine var olan eski kilisenin yikilip daha büyük bir kilise yaptirilmasi zorunlulugu dogar.

Galatasaray'a yakin, üstünde eski kilisenin bulundugu yere komsu olan oldukça egimli büyük bir arsa satin alinir. Tasarimiyla da Istanbul dogumlu bir Levanten olan mimar Guilio Mongeri ve ortagi Edoardo de Nari görevlendirilir. Mongeri'nin tasarimi Milano'daki ünlü Accademia di Brera'da ögrenim gördügü yillarda hocasi olan Camillo Boito'nun neo-gotik akimlari kendi yorumlamasiyla olusturdugu Stile Boito'nun etkilerini tasimaktadir.

Kilise, caddeye iki katli bir geçitle baglanan “T” biçimli bir avlunun arkasinda kalmaktadir. Iki blok halindeki apartman girisleri de avlu yönündedir. Öndeki geçidin her iki yaninda sivri gotik kemerlerle belirlenen üçer magazanin üstünde dört kat, apartman a,dairelerine ayrilmistir. Ön cephede sivri kemerli ve düz mermer hatilli pencereler beraberce kullanilirken, büyükleri yine sivri kemerli üçer pencereye ayrilarak düzenlenmistir.

Magazalarin üstündeki ikinci katta, cadde yönünde, konsollar tarafindan tasinan üçer balkon ile, çati kenarlarinda dantel gibi islenmis sivri kemerli agirca bir silme, yapiya görece bir hareketlilik kazandirmaktadir.

Avlu cephesinde ise, kat planlarini yansitan, önce çeyrek daire, sonra kare biçimli iki çikinti ve dördüncü katta balkonlasan üç katli bir cumba ile girislerin üstündeki genis saçaklar tüm yapiya canlilik kazandirirlar.

PERA PALAS




PERA PALAS

PERA PALAS

1840'li yillarda uluslararasi turizme pek de hazir olmayan kentte, önceleri es dost yaninda kalmaktan baska seçenegi olmayan yabancilara; önce pansiyonlar daha sonra da Kuledibi, Tepebasi, Grande Rue de Pera'da azinliklar veya Levantenlerin birbiri ardinca açtiklari oteller, yepyeni olanaklar saglamistir.

Ama Bati'nin büyük kentlerinde seçkin kisilerin kaldiklari türden grand hotel'lerin sundugu lüks ve konfor bu otellerde yoktur. Bunun için de, 1890'lari beklemek gerekmektedir.

Demiryolu, daha 1870'lerde Istanbul'a ulasmistir ama seçkinlerin yegledikleri yatakli ve yemekli vagonlarin da yer aldigi ünlü Orient Expres ilk seferini ancak 1889'da yapabilecektir. Aslinda Sirkeci Gari'nin yapilisi, Orient Expres'in seferlerine baslamasi ve Pera Palas'in yapilma süreci ayni senaryo içinde degerlendirilmelidir.

Seferlerin gördügü büyük ragbet üzerine, isletici sirket Compagnie Internationale des Grands Hotels adli yan kurulusunca, diger büyük Avrupa kentlerinde yaptirilan büyük otellerin bir benzerinin Istanbul'da da yaptirilmasi kararlastirilir.

Sirket, günümüzdeki uluslararasi otel zincirlerinin de benimsedikleri bir yöntemle, tasarimin önceden belirlenmis kalite, standart ve kurallara, kesinlikle uyulmasi kosulu ile, mimar Henry Duray'i Istanbul'da görevlendirir. Yerel mimar olarak da o güne dek Istanbul'da birçok büyük yapiyi basariyla tamamlayan Istanbul dogumlu Levanten mimar Alexandre Vallaury seçilir.

Seçilen yer, özellikle aksamüstleri Haliç'in gerçekten de “Altin Boynuz” olarak Istanbul panoramasi içinde tüm göz kamastiriciligiyla seyredilebildigi, Opera'nin o zamanlar Petit Camp de Mort olarak adlandirilan Islam mezarliginin yanidir.

Yapim hizla tamamlanir ve 1893'ün bahar aylarinda otel isletmeye açilir. Dönemin geçerli uluslararasi otel mimarliginin tasarim ilkelerini, abartilara kaçmadan yansitan dokuz katli otelin oldukça hantal kitlesi; neo-klasik cephe düzenlemeleriyle zenginlestirilmistir. Dört yönde yerlestirilen odalar, bes kat boyunca yükseltilen, ortadaki büyük aydinligin çevresine siralanmis lüks mobilyalarla donatilmislardir.

Ancak giris katinin özenli görkemine otelin baska hiçbir yerinde rastlanmamaktadir. Daha önce tasarladigi bazi büyük yapilarin iç düzenlemeleriyle bu kat arasindaki asiri benzerlikler nedeniyle, bu katin tasarlanmasi için özellikle Vallaury'nin görevlendirilmis oldugu ileri sürülebilir.

Ancak, o güne dek yerel ve geleneksel bazi mimarlik ögelerini kendine özgü bir yaklasimla yorumlayan Vallaury, burada belki de konuklarin düsledikleri oryantalist-egzotik atmosferi, beklentilere daha uygun, hayli seçmeci, arabesk bir tutumla yansitmayi yeglemistir.

Otel uzun yillar boyunca Istanbul'un en ünlü, en lüks oteli olma özelligini sürdürmüstür. Cumhuriyet döneminde salonlarinda balolar düzenlenmis yabanci konuklar agirlanmistir. Nice ünlü isimler yer almis konuk listesinde: Mustafa Kemal pasa, Ernest Hemingway, Agatha Christie, VIII.Edward, Kral Zogo, Maria Callas, Jacqueline Kennedy bunlar arasindadir. Mata Hari, Cicero gibi adlari bilinen ve bilinmeyen yüzlerce gizli ajan (casus) savas yillarinda gizemine gizem katmistir, Pera Palas'in.

BOTTER APARTMANI


BOTTER APARTMANI

BOTTER APARTMANI

1890'larin Art Nouveau akimi, çok geçmeden her yönüyle Levanten ve yabancilar araciligiyla Istanbul'da da yayginlasmistir. Bir modacinin (Jean Botter), o günlerin gözde mimarina (Raimondo D'Aronco), Pera'nin en ünlü caddesinde yaptirttigi apartman da, elbette ki bu modanin en seçkin örnegi olacaktir: Casa Botter.Bu yapi, apartman olarak taninsa da vaktiyle tek bir ailenin tüm özel ve mesleki yasamlarini içinde geçirdikleri çok katli bir konut-isyeri bilesenidir. J.Botter, XIX.yy sonlarinda Istanbul'a göç etmis Hollandali bir terzidir. Osmanli üst tabakalarinca çok tutulmus, çok ünlenmis, çok zenginlesmistir. Söylenceye göre de, Sultan Abdülhamid'in özel terzisidir.

1900'lerin basinda Botter, mesleki etkinliklerini Bati'daki örnekleri gibi kurumsallasmis bir biçimde, bir modaevinden sürdürmeyi kararlastirmis ve uygun bir arsa bulup, deneyimli ve yetenekli bir mimar seçmistir.

Seçilen arsa, Tünel'de Isveç Büyükelçiligi'nin hemen yaninda, caddeden arkaya dogru belli bir açiyla yönelen oldukça dar, uzunca bir arsadir. Yapi “bitisik nizam”da yapilir. Yedi katlidir, düsey bölümlemede cephe düzeninde, Botter ailesinin günlük yasam asamalari basariyla yansitilmistir.

Zemin katta girisin sag yana çekilmesiyle olusan, yüksek tavanli, asma katli büyük magaza, Paris'teki benzerlerinden hiç de asagi kalmayan, göz kamastirici dekorasyonuyla Botter Modaevi'nin “prestij” mekanidir. Birinci katta, öndeki büyük salonda, usta terzi, konuklarini kabul etmektedir; arka odalar islik düzeninde yardimcilara ayrilmistir. Daha yukaridaki katlarda ise, alti üyeli Botter ailesi özel yasamlarini geçirip, sosyo-kültürel etkinliklerini sürdürmektedirler.

Tüm cephe düzeninde, mimar D'Aronco “Viyana Sezessionu” nu ne denli yakindan izledigini kanitlamistir. Birinci kattaki kavisli küçük balkon, üst katlardaki diger balkoncuklar, terasin tüm demir korkuluklari ve yüzeyi dolduran yogun bitkisel bezemeler; Sezession'un Viyana disindaki en olgun örnekleri arasinda kolayca yer alabilecek niteliktedirler. O dönem Istanbul'unda böylesine özenli, nitelikli ürünler verebilen, deneyimli yapi, demir ve tas ustalarinin ve marangozlarin (bir kismi yabanci ülkelerden gelmis olsalar bile) bulunmalari; elbirligiyle böylesi bir basyapiti ortaya çikartmalari, olaya bambaska boyutlar da getirmektedir.

GALATA MEVLEVIHANESI



GALATA MEVLEVIHANESI

GALATA MEVLEVIHANESI

XIII. yy'da Mevlevi Celaleddin-i Rumi'nin kurdugu Mevlevi tarikati, Istanbul'un fethinden sonra geçici bir süre Vezneciler'deki Kalenderhane'de yer aldiktan sonra, 1491'de Galata Surlari disindaki bag ve bahçeler arasinda “asithane”sini kurmustur.

“Kulekapi Mevlevihanesi” denilen ilk kurulusun yapisal ayrintilari bilinmemektedir. Yapi 1548 sonrasi sahipsiz kaldigindan Halveti tekkesi ve medrese olarak kullanilmistir. 1608 onarimindan sonraki dönemlerde, “semahane” odakli kurgusu, 1765 yanginindan sonra da pek degismemistir. Mevlevilige yakinligi bilinen III. Selim, 1792'de yaptirdigi onarim sürecinde “Hünkar Mahfili”de ekletmistir yapiya.

Oldukça büyük bir alanda yer alan ahsap yapilarda, günlük yasamin asamalari, Mevlevi törelerine göre düzenlenirken; bu alemden sonsuzluga göçenler de ruhsal varliklariyla Tekke'deki beraberliklerini sürdürmektedirler. Hazirelerin adlandirilislari: “Hamusan” (Susanlar) ve “Hadikatülervah” (Ruhlar bahçesi) bu inanci yansitmaktadir. XVI. Ve XVII.yy'larda yaptirilan Müeyyetzade ve Sahkulu Mescitleri çevresinde olusan mahalleler, Tekke'nin kirsal niteligini yitirmesine yol açmis, XIX.yy ortalarindan sonra, çevreyi azinlik ve levantenler olusturmaya baslamistir.

Günümüzde Galip Dede Caddesi olarak adlandirilan sokak üzerindeki cümle kapisini da içeren yapi gurubunu, 1819'da dönemin güçlü kisisi Halet Efendi, erken “ampir” biçeminde kagir olarak yaptirmistir. Kapinin sagindaki çok amaçli yapi, alt katinda sebil, çesme, “muvakkithane”; iç avludan çikilan üst katinda kütüphane ve mektebin yer aldigi iki katli bir yapidir. Solundaki açik türbe 1871'de hayli degisik, seçmeci bir üslupla, tekne tonoz üstüne piramidal basamakli mermer bir çati getirilerek yeniden yaptirilmistir.

Avlu içindeki büyükçe ahsap konak görünümündeki üç katli ana bina, 1860'da yapilmistir. Ana yapinin ana ögesi sekiz ahsap paye ve ahsap diregin belirledigi parmakliklarla ayrilan, iki kat yüksekligindeki sekizgen “semahane”dir. Mihrabin da yer aldigi erkek izleyicilere ait “züvvar” bölümünün sol arkasinda kafesle ayrilan “bacilar” mahfilinin sag yaninda da “seyh dairesi” yer alir.

Üst kata, üç ayri merdivenle çikilmaktadir. Kapinin hemen üstündeki, sekizgenin bir kenarindaki bölüm, “Mitrib maksüresi” müzisyen dervislere ayrilmistir. Bu katin sag tarafinda “hünkar” ve “Konya Dergahi Postnisini” ne ayrilan “çelebi” mahfilleri, sol kanatta da yabanci konuklarin mahfilleri yer almaktadir.

Mihrabin üstü bos birakilmis, Mitrib maksuresi disindaki tüm mahfiller kafesle kapatilmistir. Ana yapinin, yari bodrum olan en alt katina, hem giris katindan merdivenle ulasilmakta, hem de yandan bahçe yönünden girilebilmektedir. Ikisi uçta, ikisi yanlarda dört eyvanli uzun orta mekanin (sofa) her iki yaninda “dedegah” hücreleri bulunmaktadir.

Avludan inilen “çilehane”nin, burada bir zamanlar var oldugu bilinen eski bir manastirin ayazmasi oldugu saniliyor. Harem bölümü ve ikili düzendeki “mahbah-i senf” günümüze erisememislerdir.

1975'ten beri müze olarak islevlendirilen Mevlevihane'de ara sira “sema” denilen ayinler düzenlenerek, müzik ve raksla vecde gelen dervislerin gösterilerinde, Anadolu'da yeseren en köklü tarikatlardan birinin tören ve töreleri hala yasatilmaktadir.

TOPHANE-I AMIRE


TOPHANE-I AMIRE

TOPHANE-I AMIRE

Tophane-i Amire yüzyillar boyu üretime yönelik bir endüstri kuramayan Osmanlilar'da savas endüstrisine yönelik yapilarin ilklerindendir.
Istanbul'un fethinde toplarin oynadigi büyük rolün, kurmayi tasarladigi evrensel imparatorlugun olusum asamalarindaki önemini kavrayan Fatih, Galata Surlari'nin disinda, Bogaz girisinde Tophane'yi kurdurmustur.

Ilk kurgu, ayrintilariyla bilinmese de, Sultan Abdülaziz'e dek geçen süreçte, askeri düzen ve teknolojinin zorunlu kildigi kapsamli eklentilerin yaptirildigini, yanginlar sonucunda sürekli onarim ve yenilemeler oldugunu, Osmanli kaynaklari ayrintilariyla belirtmektedir. 1956 imar hareketlerinde, önündeki eski Topçu Mektebi, Tophane Müsirligi'nin yikilmasindan sonra, günümüze ana yapinin yaninda, fenerli, kubbeli bir baska yapi ve tarihsel gelisimin izleri konumundaki eski yapilarin artiklari olan duvarlar ulasabilmistir.
Ana yapi, Istanbul'da külliyeler içinde yer alanlarin disinda, Osmanli'nin en görkemli yapisidir. Yaklasik 20m yükseklikteki almasik tas-tugla duvarlarin üstünde, kesme tas örgülü duvar dokusu içinde, bal petegi düzeninde küçük altigen pencereler bulunur. Çatida, ön ve arkada iki dizi halinde beserli, üstü ikiser fenerli besik tonoz örtü ve ortada yuvarlak pencereli kasnaklar üzerinde yükselen, fenerli bes büyücek kubbe vardir.
Tophane-i Amire'nin Kent içindeki konumu Osmanli kentsel estetigine yalin katki, özgün bir boyut getirmistir.
Iç mekan, alabildigine yalinligin ne denli anitsalliga dönüsebileceginin en iyi örneklerindendir: Ortada iki sira beser kesme tas, kare kesitli büyük ayagin tasidigi, sivasiz tugla dokulariyla kubbeler, besik tonozlar... Ve çok yukarilardan, yanlardan, üstten ve yine yanlardan gelen isik demetleri... Aslinda isik girsin, duman çiksin diye yapilmistir tümü.
1958 yikimlarindan sonra ana bina restore edilmis, cadde boyunca bir sira dükkan yapilmistir. Kullanim biçimine bir türlü karar verilemediginden, kirk yila yakin “yasak bölge” kapsaminda bos tutulmustur. 1998'de Mimar Sinan Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi olarak yeniden islevlendirilmistir.

GALATA KULESI


GALATA KULESI

GALATA KULESI

Fetih'e kadar iki yüz yili askin bir süre boyunca hemen hemen bagimsiz bir Ceneviz sömürge kenti olan Galata'nin birkaç kez büyütülen kentsel savunma sistemindeki yirmi dört kuleden ayakta kalabilen tek ve en anitsal olani bu kuledir.
1350'de II.Murad‘in destek ve yardimi ile yapimi tamamlanabilen, Bizanslilarin Megalos Pyrgos (Büyük Burç), Cenevizlilerin Torre di Cristo (Isa Kulesi) olarak adlandirdiklari dev boyutlardaki (165 m çap, 68 m yükseklik) Kule Osmanli döneminde birkaç kez biçim degistirmistir.

Günümüzde ise 1830'larda aldigi biçimle korunulmaya çalisilmaktadir.

Fatih, bir yandan Galata'da kalan Cenevizliler'e görece bazi haklar tanirken, öte yandan da Galata'nin Türklesmesine girismis; bu arada geleneklere uyarak, Kule'nin üst kisminin 1.5 m kadar yiktirmistir. XVI.yy ortalarinda Kule, Türk yapimi, kentin diger kuleleri gibi sivri konik külahli bir Osmanli kulesidir artik. Kule, Kasimpasa''daki Tersane-i Amire'ye hayli uzak olsa da burada çalistirilan esirlere barinak, araç ve gerece depo olmustur.

XVII.yy'da Istanbul'u kasip kavuran yanginlardan herkes haberdar olsun diye Kule'den “kös” vurdurulmaya baslanmistir. Yangini gözetleyelim derken yüzyilin sonunda Kule'nin kendi de yanar. Sultan II.Mahmud'un emriyle dört tarafinda camli köskçükleri bulunan, içinde sofasi, divanhanesi, birkaç da odasi olan bir “cihannüma” yaptirilmistir.

XIX.yy baslarinda bu cihannüma da yanar. Kule'nin üst kismi bir kez daha yeniden biçimlenir: Kemerli, büyük pencereli bir sofa, onun üstünde çepeçevre bir balkonun gerisinde daha küçük kemerli pencereli olan bir çekme kat ve çok sivri, konik külahli bir çati.

1875'te rüzgar, o çok sivri külahi uçurunca, yerine çok köseli, iki küçük katçik yaptirilarak; çirkin bir görünüm kazandirilir.

1960'li yillarin ortasinda yaptirilan çok kapsamli bir restorasyonla Kule çagdaslastirilmistir. 2000'li yillara girilirken Kule'nin bir kez daha yenilenip, daha agirbasli islevler edinip, korunmasina çalisilmaktadir.

INGILIZ BAHRIYE HASTANESI



INGILIZ BAHRIYE HASTANESI

INGILIZ BAHRIYE HASTANESI

Batili mimarlarin, Dogu kentleri için tasarladiklari yapilarda sergiledikleri çok farkli davranis biçimlerinin, belki de en aykiri ucuna konabilecek bir yapidir, Ingiliz Bahriye Hastanesi. Galata Kulesi'nin ezici anitsalligi yaninda biraz yadirgansa da, göze gene de hos gelen irili ufakli kulecikleri ile bulunur

1580'de diger Avrupa ülkelerine taninan kapitülasyonlarin bir benzerinin Ingilizlere de verilmesiyle, Istanbul Limani'nda Ingiliz gemileri, gemicileri sikça görülmeye baslanir. Denizcilige dayali kitalararasi bir sömürge imparatorlugu kurma asamalarinda Ingiltere, Osmanlilarla hep dostluk içinde kalmayi sürdürür. Kirim Savasi süresince Ingilizlerin, Istanbul Limani yönetimini kendi uyrugundaki denizcilerle ele geçirme çabasi sonucu, liman çevresindeki etkinlikler yogunlasir.

Hem bunlara hem de savasta yaralanacaklara hizmet verecek bir hastanenin kurulmasi zorunlu görülür. Hastane yönetimini Galata'da Voyvoda Caddesi üzerinde açilmis olan Ingiliz Konsoloslugu denetleyecektir.

Kule yakininda büyücek bir arsada yaptirilan Hastane üç katli ve elli yataklidir. Isletme giderleri Konsolosluk araciligiyla limana gelip giden Ingiliz bandrali gemilerden alinan bir ücret ile karsilanmaktadir.

“L” biçimli plan kurgusunda, iki kanadin kesistigi kösede çokgen küçük kuleciklerin ortasinda daha yüksekçe bir kulenin yerlestirildigi kitle; Her kattaki küçük balkonlarla bir hastaneden çok, bir Orta Avrupa ülkesinin herhangi bir kültür merkezindeki saglik yapilarini andirmaktadir.

Ana girisin iki yanindaki altigen kulecikler, her iki kanadin bitimlerinde kubbeli olarak yinelenmekte, çatida olabildigince yükseltilen bacalar da, bu düsey öge kalabaligina katilarak, yapiya, dönemin Ingiltere'sinde bile bulunmayan ayriksi bir hastane görüntüsü kazandirmaktadir.

Günümüzde Saglik Bakanligi'na bagli bir hastane olarak islevini sürdüren Ingiliz bahriye hastanesi; XX.yy baslari Galata'sinin ilginç yapilarindan biri olarak Istanbul'un yapili çevresinde tarihsel yerine çoktan yerlesmistir.

TERZILER (TOFRE BEGADIM) SINAGOGU


TERZILER (TOFRE BEGADIM) SINAGOGU

TERZILER (TOFRE BEGADIM) SINAGOGU

Galata'da, Yüksekkaldirim'a baglanan yan sokaklardan biri (Banker Sokagi) üzerindeki “Askenaz” cemaatine ait Terziler (Tofre Begadim) Sinagogu; Istanbul'un en eskisi olmasa da, en ilginç sinagoglarindan biridir.1893'te Felek ve Banker Sokaklari arasinda büyücek bir arsa satin alinir, cemaatten toplanan bagislarla sira-ev görünümündeki kagir yapisiyla “Tofre Bergadim” yaptirilir.Felek Sokak'tan, Üç meslegi simgeleyen üç basamakla, yüksekçe bir taç kapidan girilen dikdörtgen biçimli ana hacim üç kat yüksekliktedir.

Bema (dua okuma kürsüsü) ve Ehal Akodes, alti köseli yildizin altinda yer alirlar. Üç yönlü, erkeklere mahsus oturma yerleri ve ondan ayri bir yerde bulunan kadinlar balkonu bu düzenin ana ögelerindendir.

1964'te cemaatin çok azalmis olmasi nedeniyle Yüksekkaldirim'da önceleri üst gelir guruplarinca kurulmus olan “Avusturyalilar Tapinagi”nda ortak ayinler yapilmasi kararlastirilmistir. Tofre Bergadim'de ise yalnizca cemaat yönetimini üstlenen bürolar kalmistir. 1998'de Galata etkinlikleri çerçevesinde Sinagog'un sanat galerisi olarak kullanilmasi kararlastirilmissa da bu yeni islev süreklilik kazanamamistir.

KAMONDO MERDIVENLERI


KAMONDO MERDIVENLERI

KAMONDO MERDIVENLERI

1850'lerde Galata'nin anacaddesi olan “Voyvoda” Caddesi çevresindeki bankerlerin en önemlilerinden birinin, Avram Kamondo'nun bankasinin bulundugu Rue Camondo (günümüzdeki Banker Sokagi) ile daha asagida kalan Voyvoda Caddesi'ni baglayan, geç barok çagrisimli küçük sirin bir merdiven yaptirilmistir:

Portekiz (veya Ispanyol) kökenli Musevilerden olan Kamondolar'in, Avrupa'nin degisik kentlerinde yasadiktan sonra, olasilikla XVIII.yy sonlarinda Istanbul'a göç ettikleri saniliyor. Önceleri uluslararasi düzeyde ticaret yapan ve hayli zenginlesen ailenin adina Osmanli belgelerinde ilk kez 1782'de rastlanmasina karsin aile bireyleri ve etkinlikleri konularinda ayrintili bilgiler bulunmamaktadir.

OSMANLI BANKASI




OSMANLI BANKASI

OSMANLI BANKASI

Galata kentsel dokusu içinde, özgün biçimini yillar önce yitiren anitsal bir yapi, yüzyili askin bir süredir Osmanli Bankasi olarak taninip, tek bir yapiymis gibi algilansa da, aslinda iki ayri kurulusun yönetim merkezi olarak tasarlanmistir. Osmanli Imparatorlugu Tütün Rejisi Sirketi ve Osmanli Bankasi.

1880'lerin sonunda Tütün Rejisi'nin satin aldigi Voyvoda Caddesi üzerindeki büyük bir arsanin bir bölümü Banka'ya devredilir, her iki kurulus için çagdas, görkemli bir yapinin tasarimiyla da, dönemin ünlü levanten mimari Alexandre Vallaury görevlendirilir. Yapidaki tasarim ikilemi, Voyvoda Caddesi ve Haliç yönündeki cephelerin sanki iki ayri mimarin, ayri zamanlarda apayri iki yapiyi tasarladigini gösterircesine köklü farkliliklar sergiler.

Voyvoda Caddesi cephesi, klasik, neo-klasik mimarlik tasarim kurallarina uyan ölçü, düzen, proporsiyon ve yapi örgüleriyle kurgulanmistir. Vallaury'nin tasarimi, XIX.yy bankalarinin artik netlik kazanan tek biçimliligini yansitmaktadir.

Yan cephelerde (bugün var olmayan) uzun demir çubuklarin destekledigi genis saçak, Haliç cephesinin de egemen ögesidir. Bu cephede, saçak köseleri döner, ortalarda kesilerek, üstündeki katlara olaganüstü bir hareketlilik kazandiran baska ögelerle donatilir. O yillarda hala irli ufakli ahsah yapilarin çogunlukta oldugu Galata'nin kentsel mozaigi içinde dev bir kitlenin eziciligini, görece hafifletmek kaygisiyla Vallaury, geleneksel konutlari animsatacak ayrintilari üstteki katlara serpistirmistir. Yapida, üç tane köskçük yer alir; birisi ortada, ikisi köselerdedir.

Vallaury bu yapisiyla kentsel kimligin sürdürülmesinde tek yapi ölçegi ve estetigine gösterilecek özenin, ne denli önemli bir tasarim sorunu oldugunu kanitlamistir

KARAKÖY PALAS


KARAKÖY PALAS

KARAKÖY PALAS

Karaköy Palas döneminin önde giden mimarlarindan Istanbul dogumlu Levanten Guilio Mongeri'nin 1910'larin sonlarinda gerçeklestirdigi bir deneme olarak, yakin dönem mimarlik tarihimizde yerini almis bulunmaktadir.

Yapinin baslangiçta dört katli olacagi öngörülmüsse de üç ayri kurulus tarafindan beraberce kullanilma kosulu, tasarimi etkilemistir. Bir bakima, cephe düzenlemesinde sezilen, alisilmamis asimetri bu kurgunun yansimasidir.

Ortadaki giris, is hani girisidir. Sag ve soldaki girisler ise olasilikla bagimsiz bankacilik kuruluslarina ayrilan bölümlerindir. Soldaki giris porfir panolarin çerçeveledigi yarim daire bir kemerle vurgulanmistir. Benzeri kemerler hem kapilarda hem de pencerelerde yinelenir. Soldaki girisin çatiya uzanan üst bölümü, tüm cephenin en degisken yorumunu içerir: Girisin hemen üstünde yay parçasi biçimli iki katli “ cumba-erker”, üçüncü katta bir balkona dönüsür. Ayni kattaki küçük balkonlar, alttaki iki kat pencerelerin üstlerine getirilerek, küçük tas konsolcuklarla zenginlestirilen abartili iki silme arasini yüzeysel duraganliktan kurtarmaya yönelirler.

Çati hizasinda yarim daire harpustali iki kulecik arasinda yayvan kemerle taçlanan pencere, sol girisin tüm cepheyi asimetrik kilan kurgusunun bitimidir. Tüm cephede dengeli bir kullanim sergileyen yogun bitkisel ve geometrik bezemeler ve klasik dönem Bizans yapi ögelerinin yorumu, bir ögretici olarak çok iyi bildigi Bizans mimarligina yüzyillar sonra Mongeri'nin sundugu bir saygi göndermesi gibidir. Mongeri, yapiyi tüm yapilarinda sezilen özen ve titizlikle tasarlamis, uygulatmis ve bitiminde de kendi isyerini buraya tasimistir.

GALATA KÖPRÜSÜ


GALATA KÖPRÜSÜ

GALATA KÖPRÜSÜ

Altin Boynuz'un (Hrisokeras-Haliç) ayirdigi Konstantinopolis'in Iki yakasini baglayan ilk köprünün, V.yy'da Blahernai Surlari yakininda Ayvansaray'da yapildigi bilinmektedir. Iustinianos, 518'de bu köprünün yerine yenisini tastan yaptirir, ancak bunun ne süreyle ayakta kaldigi belli degildir. 1453'te o köprünün çoktan yok oldugu, Fatih'in kusatma sürecinde, hemen ayni yerde zincirlerle baglanan kayiklarla olusan geçici bir köprü yaptirmasindan anlasiliyor.1503'te Leonardo da Vinci tek kemerli, 240 m uzunlukta tasarladigi bir Haliç Köprüsü önerisini Sultan II. Bayezid'e sunduysa da bu girisiminden bir sonuç alamaz.

Ve belki bin yili asan bir süre, binlerce pereme iki kiyiyi baglar, 1836'ya dek degisik iskeleler arasinda gider gelirler de kimsenin aklina köprü yaptirmak gelmez.

Unkapani-Azapkapi arasinda yaptirilan ilk köprüden dokuz yil sonra bu kez Eminönü-Karaköy arasinda Bezmialem Valide Sultan'in ön ayak olmasiyla Tersane-i Hümayun‘da dubali, ahsap “Cisr-i Cedid” (Yeni Köprü) yaptirilir. (1845)

Galata bankerlerinin etkinlikleriyle büyüyen, canlanan Karaköy için yipranmaya yüz tutan Köprü'nün yetmedigi görülünce 1863'te tersanede daha büyük, daha genis bir köprü –gene ahsaptan- yaptirilir.

Ne var ki, Bati'da gelistirilen yapi teknolojisi, artik köprülerin demirden yapilmasini gündeme getirmektedir; Büyük Ingiliz, Fransiz sirketlerinden öneriler gelmeye baslar, 1896'da anlasma yapilir. Yapim hizla sürdürülürken, baglanti noktalarinin elverissizligi ileri sürülür ve 1872'de bu köprü Karaköy yerine Unkapani'na kaydirilir. 1878'de ise Eminönü-Karaköy arasinda yirmidört dubayla tasitilan, orta bölümü gemi geçisleri için açilabilen, yanlarinda iskelelerin, deniz hamamlarinin yer aldigi; dönemine göre çagdas bir demir köprü insa edilir. 1894'ten baslayarak Batililar, yeni yeni bir dizi öneri hazirlatir. Yapim yarisina Almanlar da katilir.

Bu yarisi Almanlar kazanir, MAN sirketinin öncülügünde bir konsorsiyumla imzalanan 1907 sözlesmesi, II. Mesrutiyet'in ilanindan sonra 1909'da yenilenir ve köprünün yapimina baslanir. 27 Nisan 1912 günü açilan köprü 237 000 altina mal olmustur. Yirmi sekiz büyük duba tarafindan tasinir ve 466 m uzunluktadir. Orta kismi katlanarak açilir bir biçimde yaptirilmistir. Ilk yillarda geçis paralidir. Elektrikli tramvaylar, Marmara ve Haliç yönlerindeki iskelelere gelip giden gemilerle kentiçi ulasiminin da odagidir artik. Alttaki bölümlere zaman içinde dükkanlar, kahveler, lokantalar yerlesir.

Gün geçtikçe önce tramvaylar yok oluverir. Sonra bir yangin geçirir ve Haliç'te bir yere çekilir, sonra da Hasköy'e tasinir.

ARAP CAMII


ARAP CAMII

ARAP CAMII

Galata kentsel dokusunda beton bloklar arasinda, sivri külahli hayli yüksek kare biçimli kulesiyle hala fark edilebilen Arap Camii; Fetih öncesinden kalan Istanbul'un tek gotik kilisesidir.

Dördüncü Haçli Seferi'nde Kudüs yerine Konstantinopolis'i ele geçirmeyi yegleyen Katolikler (Latinler), 1200'lerin baslarinda San Paolo'ya adadiklari bir kiliseyi ve yanina Dominiken Mezhebine bagli bir manastiri Galata'da yaptirmislardir. Papalarin da yakin ilgisini çeken bu manastir ve kilise, bir süre sonra mezhebin kurucusu olan “San Domeniko”nun adinin da eklenmesiyle taninir: San Paolo ve San Domeniko

1475'te Fatih, kiliseyi camiye çevirterek vakfina katmistir. Yirmi yil sonra da, Ispanya'dan çikartilan Endülüs Araplarinin bir kisminin, çevredeki mahallelere yerlestirilmesinden sonra da Cami, “Arap Camii” olarak taninir. Cami'nin Araplara mal edilmesinin bir nedeni de, minareye çevrilen eski çan kulesinin 714'te Sam'da yaptirilan ünlü Emeviye Camii'nin özgün minaresini çagristirmasidir.

III.Mehmed ve I.Mahmud'un annesi Saliha Sultan ve II.Mahmud'un kizi Adile Sultan degisik dönemlerde Cami'yi onartmis; hünkar mahfili, sebil, çesme, sadirvan gibi ögeler ekletmislerdir. Özellikle Saliha Sultan'in yaptirdigi onarimdan sonra Cami'nin iç düzeni, mahfillerin, mihrabin barok ahsap tasarimlariyla hayli degismis, teatral bir görümün egemen olmustur.

1913-1919 yillari arasindaki kapsamli onarim sonucu yapi yeniden büyük bir degisime ugrar: Avlu duvari yikilir, Cami genisletilerek yeniden yaptirilir. “Arabesk” bir son cemaat mahalli ekletilir. Döseme altinda kalan yüzü askin Latin soylusunun mezar taslari müzeye tasitilirken, mihrabin yanindaki “Mesleme'nin Çilehanesi”, “Arap Baba Merkadi” ve çevrede sahabelere ait olduklari ileri sürülen birkaç kabir de Arap kimligini daha güçlendirerek vurgular. Yapi her ne kadar büyük ölçüde Islamlasmis (Osmanlilasmis) ise de, dikkatli bir göz, çok az da olsa gotik geçmisini belgeleyen birtakim mimari ögeleri fark edebilir.

PIYALE PASA CAMII



PIYALE PASA CAMII

PIYALE PASA CAMII

1570'lerde, Kasimpasa'nin arkasindaki vadide, kimselerin yasamadigi kirsal bir kesimi yerlesime açmak amaciyla, Piyale Mehmed Pasa; cami, medrese, tekke, sibyan mektebi, türbe, çarsi, hamam ve sebilden kurulu bir külliye yaptirmistir. Günümüze ise yalnizca cami ve türbe erisebilmistir.

Yapinin, Sinan döneminde yapilmis olmasi, Sinan'in katkisini kesinlikle ortaya koymamaktadir. Piyale Pasa'da kimligi bilinmeyen bir hassa mimarinin kurumsal kimlige baskaldirisinin, geleneklere karsi gelisinin, bireysellikten çok öte bir yapida yogunlasan bir mimarlik söylemine dönüsen olgusuyla karsilastigimizi söyleyebiliriz.

Plan kurgusu, geleneksel çok ayakli-çok kubbeli (Ulucami) düzenine, Sinan döneminde sikça rastlanan iki katli yan mahfillerin eklenmesiyle; daha tasarim asamasindayken bilinen tipolojinin disina çikivermistir. Farklilik, sadece kubbeleri tasiyan, ortadaki agir tas ayaklarin gidip, yerlerine ince, uzun, yekpare granit sütunlarin getirilmesi degil; yan mahfillerin tonozlarla örtülerek, bunlarin yan cephelerde sivri kemerli alinliklariyla egemen olmasindadir. Kible duvarinin, olusturulan tüm yapisal akslari karsilayan payelerinin, epey disari tasirilarak, siradan bir istinat duvarinin agir payandalarina dönüstürülmesi tartisilabilir statik ve estetik bir yorum olarak görülebilir.

Mimarin, özgün düzenlemesinde dis mekanlara getirdigi zenginlik ise; ancak avluyu olusturan yirmi sekiz tekke, on yedi medrese hücresi ve önlerindeki revagin, ana kitle etrafindaki “ikili revak” ve iki katli dis kanatlarin beraber algilanmasiyla anlasilabilir.

Tüm bunlar, islevsel çözümü pek olgunlastirilamamis dis mekan düzenlemeleri olarak degerlendirilse bile; baskaca birçok sorun daha içeren klasik Osmanli mimarliginin bu ayricalikli yapisi, üzerinde dikkatle durmayi gerektirir.

OKMEYDANI - MENZIL TASLARI



OKMEYDANI MENZIL TASLARI

OKMEYDANI - MENZIL TASLARI

Fatih'in Istanbul kusatmasinda otagin kuruldugu yer olarak söylenen, Haliç yamaçlarindaki büyük bir arazi, Fetih'ten sonra vakif arazisi olarak on dokuz sinir tasiyla belirlenmis ve II. Bayezid'in 1490'da buraya “Tekke-i Tirendazan” (Ok Meydani Tekkesi) yaptirmasindan sonra da bu büyük alana “Okmeydani” denilmistir.

II.Bayezid Osmanli'nin yetistirdigi en büyük hattatlardan Seyh Hamdullah'in okçulukta da usta olmasi nedeniyle ona bu tekkeyi yaptirmistir. Tekke, baharlari hidrellez günü açilir, alti ay süreyle açik kalir, pazartesi ve persembeleri okçularin deneyimlerine göre, asagi, orta ve bas olmak üzere “menzil almak” amaçli üç ayri kategoride “kosu” (yarisma) düzenlenirdi.

Menzil taslari, çogunlugu silindirik, boylari 1.5 m'den 7 m'ye kadar degisen yazitsiz (veya yazitli) mermer anitlardir.

Silindirden baska, burmali, kanatli, çokgen, üste dogru daralan kare kesitli veya kare biçimli taslara da rastlanmaktadir. Sultanlar için dikilenler ise, 6-7 m yükseklikte, ikiser yani yazitli görkemli anitlardir.

Büyük bir titizlikle belgelenen menzil taslarinin yüz otuz iki tanesi bilinmektedir.

AYNALIKAVAK KASRI


AYNALIKAVAK KASRI

AYNALIKAVAK KASRI

Istanbul'un en büyük üç sarayindan biri olan Tersane Sarayi'nin günümüze ulasan tek yapisi Aynalikavak Kasri'dir.

I .Ahmed'in, Okmeydani ve Eyüp Sultan'a yakinligi nedeniyle 1614'te yaptirdigi ilk kasirda Sultan (Deli) Ibrahim dogmustur. Sultan Ibrahim büyüdükçe, yeni yeni binalar yaptirarak burayi Tershane Sarayi haline dönüstürür. 1678 yangini sonrasinda, onarimlar ve düzenlemeler ile yeni köskler, kasrlar eklenir. Bu yeni eklenenlerden birisi Aynalikavak Kasri'dir.
Aynalikavak Kasri'nin adi ile ilgili rivayete göre, Osmanli'da düz pencere cami üretilemedigi için Venedik Doc'unun Sultan'a hediye ettigi kristal Venedik aynalarina yakisan bir kasr yapilmasina baslanir. Sultan bu emri verirken, “kavak boylu aynalara” yakisan bir kasr istemistir.
1799'un Küçük Kaynarca Anlasmasi'na ek olan anlasma, bes yil sonra taraflarca burada imzalanir.
1792'de Aynalikavak Kasri onartilarak “Binis Kasri”na dönüstürülür.

Diger kasirlarda oldugu gibi Aynalikavak'ta da bezemelerin en yogun oldugu, bazen de gökkubbe çagrisimli basyapit düzeyindeki ahsap kubbeler divanhanenin görkemine görkem katmistir. Okmeydani yönündeki divanhanenin köseleri pahtli, kare orta mekanin sedirlerle donatilan üç mekani vardir, dördüncüsü yerine disariya büyük bir saçakli gölgelik eklenmistir. Divanhane “eksensel” yerlesimin en ucundadir. Gerisinde alisilagelenden daha uzun, daha genis bir sofa; tüm diger mekanlari iki yaninda derler toplar. Bu uzun sofa Haliç yönünde disa tasirilan bir eyvanla biter. Böylelikle iki yöne bakis saglanmis olmasi, kasrin hem “tir” (ok) atma, hem de “Seyr-i donanma” için kullanildiginin bir kaniti.

Divanhanenin yanindaki arz odasi da III.Selim dönemi yönelimlerine uygun bezenmistir. Meyil nedeni ile iki katli yapilan kasrin, alt katinda hizmet mekanlari bulunur. Degisik onarimlarla III.Selim dönemindeki görüntüsünü günümüzde de koruyabilen Kasir, bir süre müze4 olarak yeniden islevlendirilmistir.

Aynalikavak Kasri, Osmanlilar'in bir zamanlar Bogaziçi ladar benimsedikleri ve iki kiyisini yali ve saraylarla doldurduklari Haliç'in o parlak dönemlerini animsatabilecek tek yapidir.

LENGERHANE RAHMI M. KOÇ MÜZESI



LENGERHANE RAHMI KOÇ MÜZESI

LENGERHANE RAHMI M. KOÇ MÜZESI

Hasköy'de, Tersane-i Amire'ye bagli bir kurulus olan Lengerhane, Osmanli donanmasinin kalyonlarinda kullanilan büyük çapalari dökmekte kullaniliyordu. Uzun yillar baska amaçlarla da kullanilan yapi 1990'larda Rahmi Koç'un girisimiyle yeniden islevlendirilmis ve bir endüstri tarihi müzesine dönüstürülmüstür.
Osmanli Imparatorlugu'nun degisik kiyi kentlerinde bulunan tersane-i amirelerden Istanbul'da, Haliç kiyisinda yer alacak olanin insasina 1513'te baslanmistir.

1613'te de, Azapkapi'dan baslayip Hasköy'e kadar uzananTersane-i Amire yapilari arasina Lengerhane'nin katilmasi için binanin yapimina baslanmistir.

1792 yilinda III.Selim'in Tershane Sarayi'nin tüm kiyi kesimini Tershane-i Amire'nin büyütülmesi için bagislamasindan sonra, Lengerhane binasi bügünkü görünümüne kavusmustur. Ancak, 1804 yangininin bu yapiyi nasil etkiledigine dair kesin bilgi verilememektedir.

Lengerhane kare planli bir yapidir. Kare planli büyük kesme tastan dört ayagin tasidigi, ortada büyük, yanlarda ise dört küçük kubbeli bir çati örtüsüne sahiptir. Kübümsü yapinin içine, ana yapiyla ilintisiz, üç katli bir çelik konstrüksiyon yerlestirilerek Rahmi M. Koç müzesi olarak yeniden islevlendirilen yapi, gelenek ile çagdasligin bagdastirildigi bir örnek olmustur. Yeraltina alinan diger sergi salonlarinda, Sanayi Devrimi sonrasi teknolojilerinin ana ürünleri sergilenmektedir. Müzede kara, deniz ve hava tasitlarinin çesitli örnekleri de bulunmaktadir.

SATURN HOTEL

SATURN HOTEL

LARA

Konaklama Tipi : Herşey dahil(yerli alkollü ve alkolsüz içecekler 10:00-24:00 arası ücretsiz).
Otele Girisi Saati : 14:00
Otelden Çikis Saati : 12:00
ODA ÖZELLİKLERİ
ÜcretliÜcretsiz ÜcretliÜcretsiz
Balkon Saç kurutma makinası
Klima Kasa
Küvet Telefon
Halı kaplı zemin Mini bar
Televizyon
TESİS ÖZELLİKLERİ
ÜcretliÜcretsiz ÜcretliÜcretsiz
Taze sıkılmış meyva suları Kapalı restaurant
Açık restaurant Doktor
Bar Kuaför
Kapalı yüzme havuzu Açık yüzme havuzu
Kuru temizleme
TESİS AKTİVİTELERİ
ÜcretliÜcretsiz ÜcretliÜcretsiz
İnternet Bilardo
Animasyon Aydınlatmalı tenis kortu
Su sporları Dart
Masa tenisi Fitness center
Dalgİç okulu